SESSİZ SİNEMA DÖNEMİ (EDİTLENECEK)

Etiketler:

 Sessiz sinema, bir anlamda evrensel anlatımıiçeren ve kendine özgü kuralları
olan, belli ilkelere dayanan, kendi başına bir anlatım sanatıydı. Ses ögesinin
sinemada her şeyden önce sözlendirme için kullanılacağı, filmlere ara yazılar
konmaya başlandığından beri anlaşılmıştı.
 İlk sessiz filmlerde ara yazıyoktu. Sonralarıbir çekimden öbürüne geçerken
zaman yönünden ilerlemeyi belirtmek, bulunulan yeri göstermek, kişilerin
kimliğini ortaya koymak amacıyla arayazılar kullanılmaya başlandı. Giderek
bunların yerini “söyleşmeler”i belirten yazılar aldı.
 1920 yıllarına doğru çekilen filmlerin gelişmesi görüntüler kadar ara yazıların
da önceden ayrıntılarıyla hazırlanmasına yolaçtı. Artık ara yazılar, çekimler
arasındaki açığıkapatmak isteyen kurgucuya göre değil, oyun yazarına göre
hazırlanıyordu.
 Sessiz sinemanın son birkaç yılında “söyleşme”yle ilgili sözler öylesine önem
kazandıki, herhangi bir oyuncu ağzınıaçıp söz söylemeye başlarken çekimi
kesip bir ara yazıyla bu sözü vermek alışkanlık hâline geldi. Artık sinemada
sesin, saltanatıbaşlamıştı.
31
3.2. Ses Dezavantajına KarşıDenenen Yöntemler
 Sesli filmin çıkışı, sinemada o tarihe kadar kurulmuşolan sistemin altüst
olmasına neden oldu. Western Electric’le, RCA gibi bazıtekeller, Amerikan
sinema sisteminde tek söz sahibi oldular. Aslında bu tekeller, Amerika’nın
büyük banka topluluklarına bağlıydılar. Bu durum Amerikan sinemasının
bankaların ve büyük sermayenin buyruğu altına girdiğinin göstergesiydi.
 Sesli sinemaya geçişsesin kayıt zorluklarına bağlanan teknik sorunlar ve
özellikle oyuncuların karşılaştıklarıgüçlükler yüzünden sanat planında bir
gerilemeye yol açtı. Sesli sinema devrimiyle birlikte, yeni duruma ayak
uydurmayıbaşaramayanlar acımasızca elendiler.
 Hollywood ya yok olacak ya da yeni duruma ayak uyduracaktı. Tabii ki, ikinci
tercihi seçerek yoluna devam etti.
 Sinema salonlarıda yeni baştan sesli sinemaya göre donatıldı. Sessiz sinema
çağının birçok oyuncusu sesleri ve oyunlarıelverişli olmadığından dışlanıp işsiz
kaldılar.
 Hollywood, bir yandan da aktörlerin, mikrofon karşısındaki zorluklarınıaşmak
ve ses sorunlarına çözüm getirmek üzere stüdyo kapılarınıtiyatro
yönetmenlerine ve müzikal şarkıcılarına açtı. Ne var ki uzun süre, çevrilen yeni
filmler kendi başına bir sanat olan sinemanın dilini, anlatımınıyakalayamadı.
 Sesli sinema ortaya birdenbire dil engelini çıkardı. Sessiz film, bir anlamda
evrensel dil niteliği kazanarak her ülkenin izleyicisine seslenebiliyordu. Sesli
sinemanın özellikle sözlü film çıkışıyla bu özellik ortadan kalktı. Amerikan
sözlü filmleri hemen her ülkede izleyicinin tepkileriyle karşılandı.
Hollywood’un buna karşıaldığıönlemden ilki, her sözlü filmin bir de kopyasını
hazırlamak oldu. Ayrıca bazıyabancıoyuncular, Hollywood’a getirilip kendi
dillerinde çevrilen filmlerde rol aldılar.
 Sinema teknolojisinin yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde hızla geliştiğini
söylemiştik. Ancak çekilen filmlerin konulu ve daha uzun olmasına ayrıca
teknik açıdan da giderek daha elverişli hâle gelmesine rağmen, önemli bir öge
olan ses eksikti. Aslında Amerika'da Edison, Fransa'da ise Leon, Gaumont
filmlerini seslendiriyorlardı. Fakat bu yöntem, hareketli resimleri bir gramafonla
senkronize ederek seslendirmekten ibaretti.
 Daha sonra bu yönde yapılan araştırmalar sonucunda, De Forest sesi doğrudan
doğruya film üzerine kaydetmeyi başardı. "Fonofilm" denilen bu sesli filmlerin
ilk gösterisi, 1923 yılında yapıldı.
 Zamanla iyi sese sahip olmayan sessiz sinema oyuncularını, başkalarının
seslendirmesi (dublaj) yöntemi ortaya çıktı. Dublaj uygulamasısesli sinemanın
getirdiği teknik kısıtlamalarıbüyük ölçüde ortadan kaldırdı. King Vidor'ın
dublajıilk kez uyguladığıHallelujah (1929) filminden sonra bu uygulama
yaygınlaştı. 1933'e gelindiğinde sesli çekimin birçok sorunu çözülmüştü.
Sesli sinemayla birlikte yeni türler de ortaya çıktı. Sesin sağladığıgerçeklik duygusu,
katıtoplumsal gerçeklere değinen filmlerin yolunu açtı. Bunların başında, kent argosunun ve
çatışma sahnelerinin gerçeğe uygun biçimde kullanıldığıgangster filmleri geliyordu. Ünlü
kişilerin hayatlarına dayanan biyografik filmler de yeni bir tür olarak ortaya çıktı. Sessiz
sinemanın hareketi temel alan komedisinin yerini, Manc kardeşlerin, W.C. Fields'ın ve Frank
Capra'nın söze dayanan komedileri almaya başladı.
Sesle birlikte etkili olan bir başka tür de müzikaldi. Walt Disney, “Skeleton Dance'”
(1929; İskelet Dansı) ile canlandırma müzikalleri türünü başlattı.
Sesin gelmesiyle inandırıcılık kazanan çizgi filmlerin üretimi de bu dönemde artmaya
başladı. Üstelik çizgi filmlerde iki ya da üç renk kullanılabiliyordu. Renkli film sesli
sinemayla birlikte başladı.
Sesli sinemayla birlikte izleyici sayısındaki artış, ABD'de büyük şirketlerin
egemenliğini ve bu şirketlerin kitlesel olarak film çektikleri stüdyo sistemini güçlendirdi.
1930–1945 yıllarıarasında 7.500 film stüdyo sistemi içinde çekilirken, şirketler de belli
tarzlarda uzmanlaştılar. Kendi mührünü taşımayan filmlerin dağıtımıile birlikte bebek
doğumundan tutkulu öpüşmelere kadar birçok olay ve konunun filmlerde gösterilmesini
yasaklayan Yapım Yönetmeliği'nin çıkarı lmasından (1934) sonra stüdyo sistemi daha
da güçlendi ve bu sistem dışında yenilikçi yapımlarıgerçekleştirmek imkânsızlaştı.
Almanya'da sessiz sinema döneminin başarılıyönetmenleri 1930'ların başlarında sesi ustaca
kullandıklarıfilmler çektiler, ancak Hitler'in iktidara gelmesi bu yönetmenlerin çalışma
imkânlarınıyok etti. Alman sinemasıLeni Riefenstahl'ın çalışmalarıgibi propaganda filmleri
üretmeye başladı. SSCB'de de sessiz dönemin önemli sinemacılarının çalışmaları
bürokrasinin engellemeleriyle karşılaşırken, toplumcu gerçekçilik adına millî kahramanların
hayatlarınıanlatan ajitatif filmler desteklendi.
Japonya ise sesli sinemaya oldukça geç başladı. Bunun önemli bir nedeni “benşi”
uygulamasıydı. Benşi, sessiz film gösterilirken, filmde olanlarıKabuki tiyatrosu üslubunda
izleyiciye aktaran bir yorumcuydu ve bu uygulama izleyiciler tarafından çok tutulmuştu.
Sesli filmlerle birlikte Japon sinema sanayisi tekelleşmeye ve kitlesel film üretmeye
başladı. Buna karşılık Yasujiro Ozu ve Kenzo Mizoguçi gibi yönetmenler toplumsal eleştiri
taşıyan ilk filmlerini de bu dönemde çektiler. Hükûmet ise, savaşboyunca da yürürlükte
kalacak katıbir sansür uygulamaya başladı.
Sesle birlikte Hindistan'da da bir film patlamasıyaşandı. Yılda, çoğu mitolojik ve
tarihî konulan ele alan, sözlü, danslıve şarkılıortalama 230 film gösterime çıkıyordu.
32
3.3. Sessiz Sinema Döneminin Ortaya Çıkan Yönetmen ve
Oyuncuları
Fransa’da dadacılığın ve gerçeküstücülüğün estetik teorilerinden ilham alan yeni bir
araştırma akımıdoğdu. Önce Avangard sinema kulüplerinin ve özel salonların üyelerince
desteklenen bu ekol, sinemada çok çeşitli anlatım yollarıbulmak çabasındaydı.
 Yeni yetişenler arasında kendini hem seçkin kitleye, hem de halka beğendiren
ilk Rene Clair oldu.
 Jacgues Feyder, “Atlantide” (1921), “Çocuk Yüzleri” (1923), sonra Zola’nın
“Therese Raguin”ini perdeye aktardı.
 Jean Renoir, “Su Kızı”, (1924), sonra “ Nana” (1926), filmlerini yaptı.
Andersen’in “Kibritçi Kız” hikâyesini sinemaya uyguladı(1928).
 Amatör sinemacıMarcel Carne, “ Nogent, Eldorado du Dimançhe “ adlıkısa
metrajlıfilmle dikkati çekti.
 Bu dönemde kısa metrajlıkaliteli belgesel filmler yapılıyordu. Lacombe’dan,
“La Zone”, Marc Allegret’den, “Le Congo” gibi filmler eğitici olduğu kadar bir
şiir havasıda taşıyordu.
 Bu dönemde DanimarkalıDreyer’in Fransa’da çevirdiği ilgi çekici bir film olan
“Jeanne D’Arc’ın Tutkusu” (1928) ayrıbir önem taşımaktadır.
 Ayrıca 1911’de sinema üstüne ilk denemeyi yazan Conudo’nun etkisiyle sinema
eleştirmenliği ortaya çıkmıştır.
 Ülkelerinde kalan bazıAlman yönetmenleri büyük başarıkazanan kaliteli
filmler çevirmeye devam ettiler.
 Dupont’tan, “Çeşitlilikler” (1925), Pabst’tan, Greta Garbo’nun başrolünü
oynadığı“Neşesiz sokak” (1626), Fritz Lang’dan, “Metropolis” (1926), sessiz
sinemanın sonunu haber veriyordu.
 Bir yandan da Hollywood, para getirecek filmlerle ticari hâkimiyetini
sürdürmeye çalıştı. Bu arada bazıkaliteli eserler de yapıldı. 1918’de sinemaya
katılan King Vidor, bir savaşfilmi olan “The Big Parade” ve natüralist bir film
olan “ The Crowd”da (1928) ustalığınıkabul ettirdi.
 Macar Paul Fejos, duygulu ve güzel bir film olan “ Lonesome” (1928), İsveçli
Sjöström, “The Wind”de (1928), eski değerini yeniden ortaya koydu.
 John Ford, bir lokomotifin hikâyesini Western üslubunda işleyen ilk
filmlerinden biri olan “The Iron Horse”u (1924) yaptı.
 Robert Flaherty, “Moana” (1926) ve daha sonra “Tabu” (1931) ile belgesel
filmde ustalığınıispatladı.
 Charlie Chaplin, büyük bir titizlikle hazırlanmışeserlerde Amerikan komedisini
tek başına yarattı. Chaplin’in dünyaca tanınan tipi Şarlo, yeni sevimli sokak
serserisi tipi de daha ikinci filmi olan “Mabel’in Garip Açmazı’nda” ortaya
çıktı. İki yıl içinde resimleri milyonlarca elde dolaşan Chaplin, 1917’de ilk
beyazperde milyoneri olmayıda başardı. "Altına Hücum" (1925), "Şarlo Sirkte"
(1927) önemli filmlerindendir.
 Amerika’da bir yandan da canlıresmin büyük ustaları
yetişmeye başladı. “Kedi Felix’in” (1928), yaratıcısı
Pat Sullivan, “Max Faeischer” ve “Miki Fare”nin
(1927), babasıünlü Walt Disney.
Sessiz sinema döneminin ikinci büyük güldürü sanatçısı
Buster Keaton’dur. Onun güldürüleri de Chaplin’inkiler
gibi büyük bir ustalıkla işlenmiştir. Ama olaylar Keaton’un
tümden ifadesiz yüzünde değil, çevresinde durmadan
değişen, kurulup yıkılan tehdit eden, koşturan paranoyak
bir dünyada geçer. Keaton, kendi hayalini beyazperdede
seyreden sinema makinistini canlandırdığı“Küçük Şerlok”
(1924) ve oyuncuyla kamera arasındaki mesafeleri
olağanüstü bir teknikle değiştirip durduğu “General”
(1926) adlımuhteşem filmleriyle sessiz sinema
komedyenlerinden biri olmuştur.
Resim 3.1: Charlie Chaplin

Öte yandan 1919’dan başlayarak kendine bir yer edinen Haroid Lloyd,
Keaton’unkilerden daha az komik filmler çevirmesine karşın büyük kent çengeli
içinde, sille-tokat güldürüler içinde uğraşan “kolej çocuğu” filmlerinden en iyi
sahneleri içeren iki derlemenin ardından başarılıbir işadamıolarak perdeden
çekildi.
 Sessiz sinema yıllarının en çarpıcıolaylarından biri 1925’ten itibaren Sovyet
sinemasının uyanışıdır. 1917 Devriminden 1922’ye kadar Rus yapımcılığı
geriydi. Fakat hükûmetin yardımıyla, büyük sanatçılar yetiştirecek olan genç bir
sinema okulu kuruldu. Dziga Vertov, “sinema gerçek” veya “sinema göz” denen
yepyeni bir teoriyi ilk kez ortaya attı. Bu teoriyle, montaja önem vererek gerçeği
yalın ve çıplak olarak yakalamayıtasarlıyordu.Vertov’dan etkilenen Eisenstein
ilk filmi “Staçka’da” (1924), ustalığınıgösterdi. Montaj ve düzenlemede
anlatım gücü bakımından “Potemkin Zırhlısı’nda” (1925) değerini kabul ettirdi.
Eisenstein, insanlarıkalabalık hâlde perdeye aktarmakta başarıkazanırken
Pudovkin, Gorki’nin eserinden alınan “Ana” (1926), “Cengiz Han’ın oğlu”
(1928), adlıfilmlerinde özellikle her bireyin kendi kişiliğini ayrıayrıortaya
koymaya çalıştı.
 Nitelikli bir yönetmen olan Dovçenko ölümsüz temalar üstüne lirik ilahiler
düzenledi. “Arsenal” (1927), “Toprak” (1930) önemli filmleridir.
 Toplumsal temaların ağırlık kazanması, kendini ve çevresini değiştirmek
çabasındaki insanların, toplulukların anlatılması, kurgunun başlıbaşına bir
kuram olarak geliştirilmesi, kurgunun izleyicileri belli bir sonuca doğru
yönetme gücünü kazanması, görüntü, görüntü içeriği ve kurgu arasında
ayrılmaz bir bağoluşturmasıSovyet ekolünün dünya sinemasına başlıca
katkılarıdır.

kaynak: filmyapim.net